Ana içeriğe atla

İngilizler Johnson’ı niye seçti?

İngilizler Johnson’ı niye seçti?
Johnsonn liderliğinde, Kenneth Clarke, Michael Haseltine gibi partinin duayenleri tarafından bile aşırı sağcı bir ekibin eline geçtiği ileri sürülen Muhafazakar Parti'nin ülkeyi Singapur tarzı dizginlerinden boşanmış neoliberal ve otoriter bir modele sürüklemesinden, Birleşik Krallığın birliğinin dağılmasından korkuluyordu.
posted onDecember 15, 2019
noyorum

Birleşik Krallık'ın modern tarihinde iki genel seçimlerin sonuçları toplumun sosyoekonomik yapısını belirgin biçimde değiştirmiş, bu değişimler genel olarak kapitalist dünyada örnek alınmış hatta yeni bir hatta "zeitgeist" (zamanın ruhu) yaratmıştı.

1945'te genel seçimlerini kazanan İşçi Partisi, herkese ücretsiz hizmet verecek bir ulusal sağlık sistemiyle, temel malların ve hizmetlerin üretimini üstlenen kamu yönetimiyle, sosyal yardım kurumlarıyla modern "refah devletinin" kurulma sürecini başlatmıştı.

Muhafazakâr Partinin, Margaret Thatcher'i iktidara getiren, 1979 seçim zaferi, 1947'de kurulan refah devleti modelini, özelleştirmelerle, serbestleştirmelerle, sosyal hizmetlerde kesintilerle, çözmeye başlayan neoliberalizmi (kemer sıkma politikalarını) uygulamaya koymuştu.

Perşembe günü yapılan seçimlerin de bu ikisi gibi tarihsel sonuçlar yaratma olasılığından söz ediliyordu. Bu seçimlerin sonuçları, neoliberal kemer sıkma politikalarına son verebilecek bir azınlık, ya da koalisyon biçiminde bir İşçi Partisi hükümetinin oluşmasına yol açabilecekti. En önemli özelliğinin güvenilmezlik olduğu sürekli vurgulanan, tam adıyla Alexander Boris de Pfeffer Johnson'un liderliğinde, Kenneth Clarke, Michael Haseltine gibi partinin duayenleri tarafından bile aşırı sağcı bir ekibin eline geçtiği ileri sürülen Muhafazakar Parti'nin ülkeyi Singapur tarzı dizginlerinden boşanmış neoliberal ve otoriter bir modele sürüklemesinden, Birleşik Krallığın birliğinin dağılmasından korkuluyordu.

Perşembe günü yapılan genel seçimler gerçekten de tarihi bir sonuç yarattı. Boris Johnson'un, artık popüler adıyla Boris'in liderliğinde Muhafazakâr Parti büyük bir zafer kazandı. Neoliberal kemer sıkma politikalarına son vererek, yeni bir sosyoekonomik dönemi başlatma olasılığını temsil eden İşçi Partisi, Jeremy Corbyn yönetiminde hezimete uğradı.

Muhafazakâr bir hükümetin ve neoliberalizmi devam edecek olması, bu seçimlerin de tarihsel sonuçlar yaratmadığını anlamına gelmiyordu. Aksine bu seçimler de, en azından iki alanda önemli tarihsel sonuçlar yarattı ama beklendiği gibi değil.

"Zeigeist" İngiltere'ye geldi

Son yıllarda Avrupa ve ABD, aşırı sağcı ırkçı popülist partilerin ve hareketlerin güçlenmesi anlamına gelen bir "Zeitgeist" giderek etkisini artıyordu. Bu partiler, hareketler, yönetici seçkinlerin, ekonomik kriz ve göçmenler krizi boyunca belirginleşen başarısızlıkları karşısında halkın yükselen öfkesini, ırkçı yabancı düşmanı sloganlar ve vaatlerle yönlendiriyor, popülist liderler yönetiminde ya doğrudan ya koalisyonlar ya da dışardan destekleyerek hükümetlere ortak oluyorlardı. Bu "sağ popülist" akımlar ülkelerinin siyasi kültürel yapısını demokratik düzeni ve hakları geriletecek yönde değiştirmeye başlıyorlardı.

Dahası, Macaristan'da Orban yönetimi, İtalya'da Salvini liderliğindeki hareket, Almanya'da AfD gibi yapılara atıfla sık sık "Yeni faşist" kavramı kullanılıyor, siyasi analistlerin, sol eğilimi yorumcuların, Umberto Eco'nun "21. Yüzyılın insanının en büyük yanılgısı, Faşizmin tekrar NAZİ üniformasıyla geleceğini sanmasıdır" sözlerini anımsattıkları bile oluyordu.

İngiltere'de UKİP ve Brexit Partilerine, Brexit halk oylamasının sonuçlarına karşın, bu Zeigeist'in henüz İngiltere'yi etkisi altına aldığını söylemek kolay değildi. Güçlü, yaklaşık 500.000 üyeli, bir İşçi Partisinin, İskoçya Ulusal Partisi'nin sosyal demokrat ve göçmen dostu, Brexit karşıtı politikalarının, Liberal Parti'nin açık hatta ödün vermeyen Brexit karşıtlığının, Muhafazakar Parti içindeki geleneksel akımın gücünün, sağ popülizme karşı bir barikat oluşturduğuna inanılıyordu.

Brexit halkoylamasını izleyen üç yıl boyunca bu manzara giderek değişti. Theresa May', Avrupa Birliği ile yaptığı Brexit anlaşmasını meclisten geçiremeyince, İstifa etti ve yerine, "Avrupa Araştırma Grubu" olarak bilinen aşırı sağcı bir parti fraksiyonunun desteğiyle Boris Johnson parti başkanı ve Başbakan oldu. Bu yeni yönetim AB ile yeni bir Brexit anlaşması yaptı, bu anlaşmayı meclisten geçiremeyince, meclis ile halkı karşı karşıya getiren, tartışma sürecini kısıtlamak için Meclisi beş hafta boyunca askıya alma kararını bozan yargıyı halkın referandumda ifadesini bulan demokratik arzusunu engelleyen, Avrupa karşısında teslimiyetçi seçkinler olarak niteleyen bir söylem benimsedi. Bu yeni söylemden, İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn de artık sık sık, Stalinist, anti-semit, eskiden IRA'yı desteklemiş, ulusal güvenlik için tehlikeli bir adam gibi betimlemelerle payını alıyordu.

Seçimleri güçlü bir hükümet kuracak biçimde kazanan Muhafazakar Parti'nin seçim manifestosu, yeni dönemde yasama, yürütme, yargı arasındaki ilişkinin yürütmeyi güçlendirecek biçimde değişeceğini, hükümetin parlamentoyu askıya alma yetkisinin güçleneceğini, devlet bürokrasisine yönelik reformların hükümetin devlet üzerindeki etkisini arttıracağın düşündürüyordu. Kısacası Avrupa'yı etkileyen Zeitgeist, Alexander Boris de Pfeffer Johnson liderliğinde İngiltere'ye de gelmişti.

Eski ve Yeni işçi sınıfı

Son seçimlerin tarihsel olarak ikinci önemli sonucu da İngiltere'nin geleneksel işçi sınıfı ile İşçi Partisi'nin bağlarının kopmaya başlamış olmasıdır. Geçen yüzyılın başından bu yana Muhafazakâr Parti'ye asla oy vermemiş olan, madencilik, kömür, demir-çelik, imalat sanayi bölgelerindeki işçi sınıfı, 1980'lerde Thatcherizmin elinde yaşadığı yıkımı unutarak, bu seçimde Muhafazakâr Parti'ye oy verdi.

Bu büyük oy kaymasının arkasında tarihsel olarak çok önemli bir gelişme yatıyordu. Küreselleşmenin getirdiği rekabet, göçmen işçilerin ücretler üzerindeki baskısı, ekonomik krizin yoksullaştırıcı etkisi karşısında bir gelecek korkusu yaşayan işçi sınıfın bu kesimleri, giderek muhafazakâr, hatta ırkçı, otoriter eğilimler geliştiriyordu. Bu kesim kararlı bir Brexit yanlısıydı, güçlü karizmatik bir lider arayışındaydı. Kısacası bu kezim sağ popülist akımların etkisine açılmıştı.

İşçi Partisi bu tarihsel gelişmeye ne müdahale edebildi ne de uyum sağlayabildi. Corbyn'in yükselmesi döneminde partiye katılan çoğu geni öğrenci, ya da yeni gelişen sektörlerde çalışanlardan oluşan yeni işçi sınıfından 300 bin üyenin talepleriyle bu geleneksel kesimin taleplerini arzularını birleştirilemedi.

İşçi Parti'nin bu başarısızlığının, bu önemli tarihsel kırılmanın, belki de en çarpıcı örneği, bu geleneksel içsi sınıfının üyelerinin, Alexander Boris de Pfeffer Johnson adıyla aristokrasi ve seçkinlik simgesi aşırı sağcı bir lideri, her türlü ahlaki zaafını görmezden gelerek, "bizden biri" olarak nitelemesi, her fırsatta Corbyne güvensizlik belirtmesiydi.

Bu tarihsel gelmeyi temsil eden "madalyonun" öbür yüzünde başka bir resim vardı. Yeni gelişmekte, hizmet ve yüksek teknoloji temelli sektörlerde çalışan çok kültürlü eğitimli işçi sınıfın yoğunlaştığı Londra ve en büyük kentlerin seçmeni, bu kesimlere katılmaya hazırlanan öğrenci kesimi ve genel olarak gençler Brexit karşıtıydı ve İşçi Partisi'ne oy veriyordu.

Tarihsel bir dönem başladı

Şimdi gündeme gelen beş önemli soru İngiltere'de tarihsel olarak çok kritik bir dönemin başladığını gösteriyor.

Birincisi: Muhafazakâr parti ile işçi sınıfı kökenli yeni oy tabanı arasındaki dinamik ne yönde gelişecek. Parti bu kesimin taleplerine cevap veremez ve düş kırıklığı yaratırsa, bu kesim daha mı sağa kayacak yoksa, İşçi Partisi'ne mi geri dönecek?

İkincisi: İşçi Partisi, işçi sınıfındaki bu değişime uyum sağlayabilecek, yeni dinamik ve güçlü, karizmatik bir liderlik, işçi sınıfının bu iki kesimini birbirine bağlayacak bir çalışma tarzı ve program üretebilecek mi?

Bu seçimlere Brexit karşıtı platformlarla giren ayrılıkçı akımlar, İskoçya'da İskoçya Ulusal Partisi, İrlanda'da Cumhuriyetçiler ve "ılımlı Birlikçiler" güçlenerek çıktılar. Muhafazakâr parti hükümeti bu kesimlerin gittikçe artacak olan taleplerine uyum sağlayıcı mı, yoksa katı uzlaşmaz bir yol mu izleyecek? Bu ayrılıkçı taleplerin güçlendiği ortamda, ırkçılıkla da birleşen İngiliz milliyetçiliği daha da güçlenerek havayı zehirlemeye devam mı edecek?

Meclisten her istediği yasayı geçirecek çoğunluğa sahip hükümet, Muhafazakar Parti manifestosundaki, İngiltere demokrasinin güçler ayrılığı dengesini ve basın özgürlüğünü hedef alan, ceza kanunun cezalandırma yöntemlerini güçlendirmeyi amaçlayan maddelerin ne kadarını, nereye kadar meclise getirecek?

Nihayet, seçim döneminde verilen vaatlerin aksine uzun ve sancılı bir süreç olması kaçınılmaz Brexit pazarlıklarının ekonomi, Ulusal Sağlık Sistemi üzerindeki etkileri yukardaki soruların cevaplarını ne yönde hangi şiddette etkileyecek?

 

Kaynak: BBC